Nilgün Akyüz
YENİ KAPILAR
‘’Bir mutluluk kapısı kapandığında diğeri açılır. Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun bakarız ki, bizim için açılmış bulunan yeni kapıyı göremeyiz.’’ Der Helen Keller bir yazısında. Bebeklik çağından itibaren kör, sağır ve dilsiz olan Helen Keller, engellerine rağmen başardıklarıyla adını tarihe yazdırmış bir pedagogtur. Bakan körler ve işiten sağırların dünyasında nasıl yaratıcı olunabileceğini gösterdi bize.
Çoğu insana yaratıcılığın ne olduğunu sorsanız size doğuştan olan güç olduğunu söylerler. Bir yere kadar doğrudur da. Evet bazı insanlar bu konuda doğuştan daha şanslıdır ancak bu, bizim hiç yaratıcı olamayacağımızı göstermez. Bu bir inanç meselesidir. Ve inancımız yaratıcığın doğuştan getirilen bir güç olduğu yönündeyse vay halimize. O zaman Helen Keller’ı nereye oturtacağız?
Kısacası yaratıcılık herkeste olan bir şeydir. Önemli olan sizin bunu ortaya çıkarıp çıkarmama isteğinizdir. Yaratıcılık doğamızın bir parçasıdır. Bütün bir hayatınızı düşündüğünüzde öyle ya da böyle yaratıcı olabildiğiniz bir şeyler mutlaka bulursunuz.
Tam tersini de düşünün: çok yaratıcı olduğunu düşündüğümüz nice insanın bir şey yapamadıklarına da şahit olabiliyoruz. O zaman demek ki yaratıcılık herkeste olan ama geliştirilmesi gereken ve inançla pekişen bir şey.
İnanç dedik, biliyoruz ki inanç kalıplarımız küçük yaşlarımızdan itibaren oluşmaya başlıyor. Çocukluğumuzda karşılaştığımız sağlıksız yaklaşımlar yaratıcığımıza vurulan ilk darbeler. Çocukken yaptığınız çoğu şey, ‘’öyle yapılmaz’’ diyerek engelleniyor. İlk resimlerinizde çoğu zaman şekilleriniz ve kullandığınız renkler değiştirilmeye çalışılıyor ve biz böylece tek yol, tek çözüm, tek bakış açısı mantığıyla ilerliyoruz. Hayatın karşımıza çıkardığı sorunlar karşısında ise yaratıcı olamadığımız düşüncesine sahip olduğumuz için çözüm üretmekte zorlanıyoruz.
Öğrenim hayatımız başladığında bir şansımız var: İyi bir öğretmene düşmüşsek farklılığımızı destekleyen, çözümler bulduran ne ala. Ama kuralcı ve tek tip başarı isteyen bir öğretmene düştüysek yandık. Çoğunlukla iki seçenek öğreniriz. Yapmak-yapmamak, gitmek-gitmemek. Maalesef ki bu hayatta çoğumuz hazır reçetelerle yürümeyi tercih ediyoruz.
Danışmalarda da bu duruma sıkça rastlıyoruz. ‘’ Hocam siz bize ne yapmamız gerektiğini söyleyin biz onu yapalım.’’ Biz kimseye kendi hayatıyla ilgili ne yapacağını söyleyemeyiz sadece hayatlarıyla ilgili isabetli seçimler yapabilmeleri için yol gösterici olabiliriz. Hani bilir misiniz psikolojide ‘’öğrenilmiş çaresizlik ‘’ dediğimiz bir durum vardır. Yapamayacağımıza inandığımız pek çok şeyi yapamıyoruz. Bu da bizi ne yazık ki yetersizlik duygusuyla karşı karşıya bırakıyor.
Peki ne yapacağız? Sonuçta az ya da çok çoğumuzun yaratıcılığına küçük yaşta ket vuruldu. İlk önce şunu kabul etmekle başlayalım: yaratıcılık hepimizde var ancak yaratıcı olmadığımıza dair bir inanca sahip olabiliriz. Sorumluluk güç ve yetki kişinin kendisindedir. Güç bizdeyse yetki de bizdedir. Güç bizim elimizdeyse değiştirme gücü de bizim elimizdedir. Değiştirme gücü de sorumluluk alabilmenize bağlıdır.
Aynı zamanda seçimlerimizi çoğaltma gücüne de sahip olduğumuzu kabul etmeliyiz. Düşünme kapılarımızı sonuna kadar açarsak ne kadar çok seçenek ürettiğimize şaşırabiliriz. Bazıları koşullarını bahane edip değiştiremeyeceğini iddia edebilir ancak koşulları yaratan kim? Unutmayalım ki yaşadığımız hayatı seçimlerimiz belirler. Sorumluluk güç yetki üçlüsünü unutmazsak birçok konuda daha iyi bir konuma gelebileceğimizi düşünüyorum. Hayatımızı bizden başka kimse değiştiremez sevgili dostlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.