Ali EYCE
YENİ ZAMLARLA ESKİ TÜRKİYE’DE OLSAYDIK!
Dolar doldu mu, boşaldı mı, dolarken kim aldı, boşalırken kim kaçtı, kim ne kadar kazandı, kim ne kadar kaybetti?
Parası olan veya olmayan herkesin konuştuğu konu şimdilerde bu.
Öyle ki, yapılan zamları bile o kadar dikkate almıyoruz, olması gerektiğini düşünüp, olduğu anlarda kendi tedbirlerimizi almaya çalışıyoruz.
Tedbir derken, eskisi gibi har vurup, harman savurmadan, az yiyerek, az içerek, az gezerek, az olduğumuz yerde durarak.
En son yapılan yakıt zammından sonra caddelere baktım, trafikte yürüyen araç sayısı ciddi şekilde azalmış. İşi gereği aracını kullananlar var ama keyfi olarak araç kullananlar aracını olduğu durduğu yerden kaldırmıyor.
En son yapılan yiyecek, giyecek, içecek zamlarına sonra sokaklara baktım, öyle mağaza önünde içeri girebilmek için kuyruk oluşturanlar, o mağazan öbür mağazaya gezinip duranlar, iki günde bir elinde iki torba değil, dört beş torla alış veriş yapmaktan gelenler yok.
AVM’ler artık kapalı park niyetine geziliyor.
Evdeki çay ve kahve keyfinin manevi değeri maddi değeriyle eş düzeye gelmiş durumda.
Yani bu zamlar bizi, biraz durgunlaştırdı, biraz tutumlu ve biraz de düşünerek hareket etmeye başlattı.
Aklıma, piyasanın tüketim çılgınlığı yaratmak için yaptığı o çılgın Cumalar, Cumartesiler, Pazarlar geldi.
Şimdi her gün çılgınız ama kendimize!
Aklıma, o indirim üstüne indirim, bir alan biri bizden, biri sizden, biri de komşudan kampanyaları geldi.
Şimdi her gün kamptayız!
Sabah haberlerinde okudum Kazakistan’da zamlar dolasıyla hükümet istifa etmiş, büyük şehirlerde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş.
Nokta.
Türkiye’yi bu zorlu süreci bundan 10 yıl, 20 yıl önce yaşasaydı ne olurdu diye düşündüm.
Ben filmin senaryosunu yazayım, siz oyuncuları tahmin edin.
Döviz attığında değil zıpladığı ilk hafta, hükümetin özellikle de parayla ilgili yönetim kısmında bulunan iki, üç bakan istifa edip, görevi bırakırdı.
Zamlar devam ettiğinde ise bakanlar yetmediği için onları başı olan Başbakan da istifa eder giderdi.
Yani hükümet düşer, ekonomik krizi karşı tedbirler alacak, alması gereken siyasi irade ortadan kalmış olurdu.
O siyasi boşlukta, Cumhurbaşkanlığı köşkünde oturan her kimse, siyasetin içinde gidenlerden veya kalanlardan birisini çağırıp, geçici başbakan ilan edip, ülkedeki krizi yönetmesini ve ülkeyi seçime kadar idare etmesini isterdi.
Hükümetin istifa etmesi, geçici başbakanın varlığı zamların devam etmesi, seçimi kadar beklemeyiz düşüncesinin çoğalmasıyla, sokaklarda zam eylemleri başlayıp, protestolar, derken yakıp, yıkmalar ve yağmalamalar başlardı.
Ekonomik krizi ek olarak başlayan siyasi kriz, sosyal kriz birbirini tetikleyince, bu sefer çalmalar, çırpmalar, ölmeler, öldürmeler de bir yoğunluk yaşanırdı.
Elinde sivil kozu kullanıp, ülkeyi seçime götüren Cumhurbaşkanı, sokaktaki ateşin düşmediğini, tehlikenin kendi sokağına kadar geldiğini fark ettiğinde ise elindeki askeri kozu kullanıp, orduyu göreve çağırıp, ülkenin iç güvenliğini de sağlamasını isterdi.
Komuta kademesi ile Cumhurbaşkanı arasında ilişkiler iyi, fikirler aynı ise sıkıyönetim, sokağa çıkma yasağıyla seçime kadar her şey donmuş halde idare edilirdi.
Ancak, komuta kademesinin Cumhurbaşkanın da gitmesi yönünde bir talebi olması halinde ise, ordu yönetime gel koyar, darbe olur, ekonomik kriz, siyasi kriz, sosyal kriz derken ülke yönetimsel krizini de içine girerdi.
İşte bu krizlerin en büyüğü ve son halkası oluyor. Dahası yok. Artık insanlar, zamları, parayı, ekonomiyi, siyasi tercihleri değil, güvenli yaşamayı, sağlıklı yaşamayı, huzur içinde yaşamayı, birlik içinde yaşamayı, dirlik içinde çalışmayı, azla da yetinmeyi kabul ederlerdi.
Ne için, parayı düşünürken adım adım kaybettikleri, sivil yönetim, sivil irade, sivil siyasete yeniden kavuşmak için.
Yazıma başlarken aslında, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye’ye ne kazandırdı?’ diye başlamak istiyordum ama bazı cevaplar ‘Soru’nun kendisidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.