Banu Pirinçcioğlu
ÇOCUKLUĞUMUN YAZLARI
Kumdan kaleler, salıncaklar, oyun parkları, arkadaşlar, deniz, güneş, yemek içmek…
Çocukluğumun yazları. Mis gibi karpuz kokusu, domates salatalıkla geçen öğle yemekleri.
Zaruri öğle uykusu. Sonra yine arkadaşlar, oyun, paten, bisiklet bol sohbet.
Annelerimiz balkondan bizi çağırıp eve sokana kadar dışarda kalma çabası.
Yorgunluktan yastığa baş koymadan bayılma.
Çocukken yaz bitmesin diye ağlardım ben. Çünkü o zamanlar yaz bu demekti.
Yazlık arkadaşlarım vardı benim. Yazdan yaza görüşürdük çünkü. Yaz gelecek de biz görüşeceğiz diye içim içime sığmazdı. O zamanlar cep telefonu olmadığından yazı beklemek zorundaydık elbette.
Cep telefonu olmayan yazlar ne güzel geçermiş meğer. Sahici gülüşler, en samimi dostluklar o zamanlarda yaşanmış.
Güzelim gün batımını izlemek yerine fotoğraf çekip paylaşmak derdindeki gençlerimiz var bugün. En güzel fotoğrafı ben paylaştım demek derdindeki gençlerimiz.
Arkadaşımın on yaşındaki kızıyla karşılaştım. Tatilden erken dönmüşler, neden diye sordum.
Yazlıkta internet yoktu dedi. Dizileri izleyemiyorduk o yüzden geldik dedi.
Bir süre ağzımı kapatamadım. Ne diyeceğimi bilemediğim anlardaki gibi öyle bakakaldım.
Kendi on yaşımı düşündüm. Beni evde ne tutabilirdi ki? Ancak ateşim çıktıysa, zorunlu evde yatış gerekiyorsa sokaktan eve girebilirdim.
Zavallı çocuklar. Ne kadar kayıp eksik zamanlar yaşıyorlar. Neleri kaçırıyorlar. Mesela oyun parkındaki saatler süren sohbetleri hiç yaşamadıkları için hiç özlemeyecekler.
Büyüdüklerinde neyi hatırlayacaklar? Falanca dizisinin finalini mi?
Ne yazık ki çoğu yeni düzenin kurbanı ama ailesinin kurbanı da çok. Yakasından düşsün oyalansın diye tv den destek alan annelerin çocukları başka ne bilecek ki?
Çocuğunu büyütürken hiç televizyon açmamış arkadaşlarım da var benim. Onların çocukları çocuk gibi işte. Oyun oynuyor, sohbet ediyor. Ve üstelik harika bir saflığa sahipler. Olması gerektiği gibi.
Böyle bir dünya da mümkün.