Eylül Ayça Karakuş
HERKES GİBİ SIRADANDI OYSA
Küf tutmuş peynir gibi kokmuş olan düşüncelerime bugün yine ev sahipliği yapıyorum.
Gökyüzünden boşalan yağmura aldırmadan penceremi sonuna kadar açtım. Yağmur damlaları açık kalan pencereden içeri girerken ayak uçlarımın ıslanması umurumda bile olmuyor. Nasıl yanmışsa artık sol yanım yağan yağmura teslim oluyor tüm bedenim. Etini kemiğimindin ayırırcasına sıyırmak istiyordum varlığını kalbimden. Hiç tanımamışçasına, sesini duymamışçasına, eline dokunmamışçasına, bakışlarında kaybolmamışçasına, adından haberdar olmamışçasına kurşun sıkmak istiyorum yok olan varlığına.
Aptal bir kalbin ürünüydü aslında. Kalbim onu sevmeseydi hiçbir değeri yoktu, insan olması dışında…
Herkes gibi, sıradandı oysa. Dedim ya sevmeseydi bu kalp diye…
Velhasıl sevdim. Hemde çok sevdim. Kendimi unuturcasına, kendimden geçercesine sevdim. Günleri unuttum, tarihleri birbirine dolaştırdım. Her günü onun doğum günü ilan ettim ve onun için uyandığım her yeni güne bir mum üfledim. Onun sevdiği Yıldız Tilbe şarkılarını başa sarıp sarıp sayısız kez dinledim. Şarkıyı dinlerken kendime bir el uzatıp, dansa kaldırdım beni. Omzuna başımı yaslayıp, dakikalarca dans ettim kollarında. Yine aynı cümleyi duydum…
‘’Garip ama senin yanındayken huzurluyum.’’ diyordu. Ses onun sesiydi. Gözlerinde ki çaresizliğe aldırmadan uzun uzun baktım gözbebeklerine. Çok sevilmemin şımarıklığıyla ağzının ayarı yine kaçmıştı. Huzurluydu çünkü onu ondan daha çok düşünen bir kadın vardı. Atacağı her adımda onun canına canını kurban eden bir aşk kadını vardı. Sırrı çözmek çok zor değildi ama yine de ona bu huzur garip geliyordu. Bir adım daha bedenine yaklaşarak dudağına bir buse kondurdum. Nefesimi içine çekerek ‘’Seni seviyorum’’ dedi. O ne zaman beni sevdiğini söylese bir çığ düşüyordu sanki aşkıyla yoğurulmuş yüreğime.
Büyü bozulacak diye korkumdan cevap veremiyordum. O an oracıkta azrail gelse seve seve ruhumu verecektim. Korkusuzca, nedensizce, sorgusuzca…
Onun bana sevdiğini söylemesi şahadet getirmekle eş değerdi. Gök gürüldemesiyle beraber sıçrayarak kendime geldim. Sokak aralarında yanan gece lambasının ışığı pencereme vurmuştu. Pencereye vuran gölge ise benim kanımı resmen dondurmuştu. Saçı başı dağılmış, ağlamaktan göz kapakları şişmiş, iki elini birbirine kenetlemiş bir kadın vardı. Burnumu çekerek, elimin tersiyle akan yaşlarımı silerken diğer yandanda üşüyen ayaklarımı bir birbirinin üzerine koymaya çalışıyordum. Yağmur şiddetini artırmış, vücudum buz tutmuştu. Var gücümle pencereyi kapatıp olduğum yere çöktüm. Çok güçsüz ve dermansızdım. Yanımda yine o yoktu. Yalnızdım hemde çok yalnız…
Birkaç dakika önce yaşadığım her şey kahretsin ki yine hayaldi. Ayak üstü onu görmelere ne kadar alışkanlık haline getirmişsem baktığım her yerde ayak üstü hayallere dalıyordum. Aptal duygularımla solan çiçekleri açtırıyor, dalına küsen yaprakları yeşertiyordum. Sonra da yalancı bahara inanıyordum. Sevgisine inandığım gibi, bakışlarında ki yeminine inandığım gibi…
Benim olmayan ama benden olan bişey var yüreğimin kıyısında, dilimin ucunda.
Hadi duy sesimi ne olursun, çık gel kurtar beni olmayan senden, yakamı bırakmayan gölgenden!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.