Hakan Dalay
Nazca Çölü’ndeki gizemli şekiller
Târih boyunca yaşamış olan birbirinden farklı medeniyetler ve kültürler, özellikle toplu hâlde yok olduktan sonra, kendileri ile ilgili sıra dışı kalıntıların açıklanamamış olmasından dolayı, bir sır perdesi ardında değerlendirilmiştir. Antik medeniyetlere dâir sayısız örnek mevcut olmakla birlikte, Peru’nun güney kesiminde bulunan ‘Nazca Çölü’ ise; bunlar arasında ilk sırada yer almaktadır.
Nazca Çölü’nün Sırrı
Kuşbakışı bakıldığında, kilometrelerce uzunluktaki kusursuz doğrular oluşturan yüzlerce çizgi… ‘Güney Amerika’nın İspanyollar tarafından işgâl edilmesiyle berâber, yâni yaklaşık olarak XV. asrın sonlarından îtibâren, söz konusu şekillerin efsânesi de almış başını, yürümüştür. Hemen herkes, ‘Güney Peru’nun çöl yaylalarındaki devâsâ geometrik şekillerinden, bugün bile söz etmektedir. Yüzlerce metre genişliğindeki dokuz parmaklı maymundan tutun da, kırk metrekarelik bir alana dek yayılmış örümcekten, üç yüz metre uzunluğundaki kuş şekillerine kadar, sayısız geometrik şekilden...
‘Nazca’, asırlarca konuşulmaya devâm ederken, ilk bilimsel açıklama; ‘Alman Matematikçi Maria Reiche’ (1903-1998) tarafından yapıldı. 1946 yılında, Nazca yakınlarındaki ‘San Pablo’ kasabasına yerleşti ve ölene dek, orada yaşadı. Ona göre, kumun daha koyu olan üst tabakası kazınmış ve böylece alttaki daha açık bir tabaka ortaya çıkarılmıştı. Şekiller de güneşin, ayın ve bâzı yıldızların pozisyonunu yansıtıyordu. Ve insanlara, ne zaman ekinlerini ekmeleri, ne zaman tarlalarını sulamaları ve ne zaman toplamaları gerektiğini hatırlatıyordu; ama hayvan figürlerini ise açıklayamıyordu. Maria Reiche’nin kuramı, belki olayın bir yönünü aydınlatıyordu ama kesinlikle tümünü değildi…
Çölün etrafında yapılan kazı çalışmaları sırasında, yirmi bin ile otuz bin kişinin gömüldüğü ortaya çıktı. Ortaya çıkarılan çok sayıda mumya, süs eşyâsı, müzik âleti gibi eşyâların arasında bulunan iki şey, en dikkat çekeniydi... Bu 2.000 yıllık mantonun kenarlarına, beş yüz adet küçük bebek işlenmişti. Bu bebeklerin bir kısmı, müzik aletleri çalıyor; diğerleri ise ellerini havaya açmış bir şekilde, dans ediyorlardı. Her bebeğin yaptığı hareketi, bir başkası izliyordu. Bebeklerin davranışları, bir ölü gömme ritüelini çağrıştırıyordu… İşte bu noktadan hareket eden İtalyan arkeologlar, Nazca ‘geogliflerinin’ dinsel bir ritüeli simgelediği tezini geliştirdi.
Kazılarda ortaya çıkan bir başka ilginç nokta ise; bulunan tüm eşyâlarda, ortak paydanın su olması… Kurak, hattâ çöl denecek bir iklimde varlıklarını sürdüren ‘Nazcalılar’ için su, çok önemliydi. Onlar da sarmal biçimde kuyular oluşturarak, gelişmiş bir su iletişim şebekesi oluşturmuşlardı. Yeraltında birikmiş sular, bir dizi kanalla ihtiyaç duyulan yerlere taşınıyor; artan kısmı ise rezervuarlarda saklanıyordu. Su akışını sağlamak için kanalların üzerinde, ‘spiral huni’ şeklinde bacalar inşâ edilmişti. Bu huniler sâyesinde, kanala rüzgâr giriyor; böylece su akışı sağlanıyordu. Kurak bir bölgenin su sorunu, yüzyıllar boyunca bu şekilde çözülmüştü.
Tüm bu hayvan şekillerinin, su ile de yakından ilişkili olduğu kesin olarak görüldü. Yaygın görüş ise şu şekilde… MS. III. ve IV. yüzyılı kapsayan bu dönem, ‘And Dağları’ndaki büyük fayın yol açtığı büyük bir depremle son bulmuştur. Doğal felâket karşısında, tanrılarına duydukları güveni yitiren Nazcalılar, kurdukları kentlerin üstünü kumla örtüp göç etmeye hazırlanmışlardır. İşte bu sırada, gidecekleri yönü gösteren ok ya da düz çizgi şeklindeki son dönem geogliflerini de çizmişlerdir.
Peki, büyük çoğunluğu sâdece uçaktan görülebilen bu dev şekilleri, Nazcalılar nasıl çizdiler? ‘Guiseppe Orefici’ isimli İtalyan Arkeolog, bu konuyu fotoğrafçılıkta kullanılan ‘agrandisman’ yöntemiyle açıklayabildi. Ona göre, önce ana şeklin en küçük parçasının şeklini çizdiler ve daha sonra da basit basamak hesapları ile daha büyüklerine geçtiler. İtalyan arkeoloğun düşüncesi, başka bir olayı daha açıklıyor; bazı geogliflerdeki temel hesaplama hatalarını...
Esen kalın…