
Dr. Taner Akman
Zarar kesinleştiyse hüküm değişir
Dinin hayata müdahil olması, onu hayattan koparmak değil, hayatla birlikte akmakla mümkündür. Bu bağlamda İslam fıkhının en temel prensiplerinden biri şudur: “Zarar kesinleştiğinde hüküm değişir.” Asırlardır İslam âlimleri bu kaideyi kullanarak zamanın getirdiği sorunlara çözüm üretmiş, dini hayattan koparmamıştır.
Ama ne yazık ki bazı konularda bu içtihat mekanizması ya çalışmamış ya da geleneksel kalıplar nedeniyle gecikmiştir. Örnek mi? Sigara kullanımı, akraba evlilikleri ve daha önemlisi, din adı altında hâlâ sürdürülen Arap kültürel kodları. Bugün İslam diye yaşatılan birçok davranış, aslında Kur’an kaynaklı değil; tarihsel Arap örfüdür. İşte bu yüzden artık şunu açıkça söylemenin zamanı gelmiştir: Gerçek İslam ile Arap örfünü ayıklamalı, kendi Türk kültür ve ananelerimizle uyumlu, akılcı ve yaşanabilir bir İslam yorumu üretmeliyiz.
Sigara ilk çıktığında zararı bilinmediğinden “mekruh” denildi. Ancak artık bilimsel olarak sigaranın kansere, kalp krizine, genetik bozulmalara neden olduğu kesinleşmiştir. Fıkhın temel prensibine göre zarar sabitse hüküm değişmelidir. Bugün birçok çağdaş âlim açıkça “haramdır” derken, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda daha temkinli bir ifade kullanmıştır. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 2019 tarihli kararında şu ifadeler yer alır:
“Sigara ve benzeri tütün ürünleri, sağlık üzerinde kalıcı zararlar meydana getirmesi ve bağımlılık yapması sebebiyle dinen haram olduğunu söyleyen çok sayıda âlim vardır… Bu itibarla bir Müslümanın pek çok zararı bünyesinde barındıran sigarayı içmesi caiz değildir.”
(Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı – 8 Şubat 2019)
Görüldüğü gibi Diyanet, doğrudan “haramdır” demekten kaçınmakta; ancak sigaranın dinen caiz olmadığını açık şekilde belirtmektedir. Bu ifade, klasik fıkıhta harama oldukça yakın bir konumu temsil eder. Dolayısıyla resmi söylemde “haram” kelimesi geçmese de, fiilen haram muamelesi yapılmasını tavsiye eder bir dildir.
Ancak bu hüküm oldukça geç gelmiştir. Bu gecikme, milyonlarca insanın sağlığını kaybetmesi, erken ölümler ve büyük bir toplumsal maliyet anlamına gelmiştir. Eğer zarar netleştiği anda bu dil daha kesin şekilde kurulabilseydi, çok daha fazla hayat kurtarılabilirdi.
Benzer şekilde, Kur’an’da açıkça yasaklanmamış olan akraba evlilikleri, bugün genetik bilim açısından ciddi riskler taşımaktadır. Kuzen evliliği gibi akraba içi birliktelikler, özellikle taşıyıcı ebeveynlerin aynı genetik mutasyonu taşıması durumunda çocuklarda ağır hastalıklara neden olabiliyor. Yani burada da zarar sabit hâle gelmiştir. Bu noktada en azından zorunlu genetik tarama ve riskli durumlarda nikâhın ertelenmesi gibi önleyici tedbirler alınmalı, dini kurumlar bu konuda sessiz kalmamalıdır. Haram ilan etmek gerekmeyebilir; ama maslahat gereği sınırlamak farz olur.
Öte yandan birçok İslam ülkesi dinî yorumlarını modernleşen toplumlara göre güncellemeye başlamıştır. Tunus ve Fas aile hukukunu reforme etti. Suudi Arabistan kadınların toplumsal hayata katılımını artırdı. Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Kuveyt; sigara, çevre, içki, miras gibi alanlarda zamanın ruhuna uygun yeni içtihatlar geliştirdi. Yani din sabit ama uygulamalar değişebiliyor. Onlar değişebiliyorsa, biz neden hâlâ gelenek adıyla bazı zararları sürüklüyoruz?
İşte bu noktada asıl meseleye geliyoruz: Bizim din diye benimsediğimiz birçok şey, aslında İslam’dan çok Arap kültürüdür. Kılık kıyafetten aile düzenine, kadının toplumsal rolünden eğitim anlayışına kadar pek çok şey tarihsel olarak Arap toplumuna aittir. Oysa Türk milleti İslam’ı kendi kültürüyle yoğurmuş, adaletli, devletli ve erdemli bir İslam anlayışı üretmiştir. Kadın kadı olmuş, hatun sultan olmuş. İlim, akıl ve merhamet öne çıkmıştır. Dinin özü olan adalet, dürüstlük, kul hakkı ve hikmet, bizde daima rehber olmuştur.
Artık hem zararı sabit olan konularda hükmü gözden geçirmeli, hem de Arap kültürünü din zannedip taşıma yükünden kurtulmalıyız. Yeni bir Türk-İslam yorumu geliştirmenin zamanı gelmiştir. Bu ne reformculuktur ne de bidat. Bu, Kur’an’ın özüne, İslam’ın maksadına, hikmete dönüş hareketidir.
Din sadece taklit değil, aynı zamanda tefekkürdür.
Ve asıl sahih olan, akılla, kalple ve merhametle yaşanan dindir.
Eğer İslam gerçekten yaşatılmak isteniyorsa; zararın karşısında susulmaz, hüküm yeniden yazılır ve bu yeni yorum geçmişe değil geleceğe bakarak yapılır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.